http://geceyibeyazlatannur.blogspot.com.tr/

16 Şubat 2016 Salı

HAKÎKÎ MÜSLİMÂN NASIL OLUR?



                                                                                           


                                                                                            


AŞAĞIDAKİ YAZI, HAKİKAT KİTABEVİ YAYINLARINDAN OLAN ESHAB-I KİRAM KİTABINDAN ALINTIDIR.( ESHAB-I KİRAM SAYFA 413: HAKİKİ MÜSLÜMAN NASIL OLMALIDIR)


HAKÎKÎ MÜSLİMÂN NASIL OLUR?
Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitâblarında
bildirdiklerine göre, i’tikâdı düzeltmekdir. Bu âlimler, kitâbların-
da Eshâb-ı kirâmdan işitdiklerini bildirmişler, kendi kafalarından
hiçbirşey yazmamışlardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu
âlimlere tâbi’ olanlardır.
Allahü teâlâ, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükâfât versin!
 Dört mezhebin ictihâd derecesine
yükselmiş âlimlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük âlimlere
(Ehl-i sünnet)
âlimi denir. İ’tikâdı (Îmânı) düzeltdikden sonra,
islâmiyyete uymak, ya’nî fıkh kitâblarının bildirdiği ibâdetleri öğrenmek ve yapmak ve yasak etdiklerinden kaçınmak lâzımdır.
Beş vakit nemâzı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve
ta’dîl-i erkâna dikkat ederek kılmalıdır. Nisâb mikdârı malı ve parası olan, zekât vermelidir.
İmâm-ı a’zam buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak kullandıkları altın ve gümüşün de zekâtını vermek
lâzımdır.)
Kıymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Harâm ile geçirmemek,
elbette lâzımdır. Tegannî ve şarkı ve çalgı âletleri ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehr gibidir.
(Gîbet)
etmemelidir.
Gîbet harâmdır. [Gîbet, bir müslimânın
veyâ zimmînin gizli bir kusûrunu, arkasından söylemekdir.
 Harbîlerin ve bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin ve açıkca günâh işliyenlerin bu günâhlarını ve zulüm edenlerin ve alış verişde aldatanların
bu fenâlıklarını duyurarak, müslümânların, bunların şerrinden sakınmalarına yardım etmek ve müslimânlığı yanlış söyliyenlerin ve
yazanların bu iftirâlarını herkese söylemek lâzımdır. Bunları söylemek,
gîbet olmaz
(Redd-ül muhtâr: 5-263)
]
(Nemîme)
yapmamalı, ya’nî müslimânlar arasında söz taşımamalıdır.
Bu iki günâhı işliyenlere çeşidli azâblar yapılacağı bildirilmişdir.
Yalan söylemek ve iftirâ etmek de harâmdır,
 sakınmak
lâzımdır.
 Bu iki fenâlık, her dinde de harâm idi. Cezâları çok ağırdır. Müslimânların ayıblarını örtmek, gizli günâhlarını yaymamak
ve
kusûrlarını afv etmek çok sevâbdır. Küçüklere, emr altında bu-
lunanlara [zevceye, çocuklara, talebeye, askere, işçiye] fakîrlere
merhamet etmelidir. Kusûrlarını yüzlerine vurmamalıdır.
Olur olmaz sebeblerle
 o zevallıları incitmemeli, 
dövmemeli 
ve sövmemelidir. Hiç kimsenin dînine, malına, canına, şerefine, nâmûsuna saldırmamalı, 
herkese ve hükûmete olan borcları ödemelidir.

Rüşvet vermek
ve
almak harâmdır. Yalnız, zâlimin zulmünden kurtulmak için
ve ikrâh, tehdîd edilince vermek, rüşvet olmaz.

 Fakat

bunu da almak harâm olur. 
Herkes, kendi kusûrlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yapdığı kabâhatleri düşünmelidir.
Allahü teâlânın, kendisine cezâ vermekde acele etmediğini, 
rızkını kesmediğini bilmelidir.
Ananın, babanın, hükûmetin, islâmiyyete uygun
emirlerine itâ’at etmeli,
islâmiyyete uygun olmayanlara isyân etmemeli,
karşı gelmemeli, 
fitneye sebeb olmamalıdır. [Kısacası, hakîkî müslimân, medenî, ilerici insandır.
(Mektûbât-ı Ma’sûmiyye)
ikinci cild, 123. cü mektûba bakınız!]
İ’tikâdı düzeltdikden ve
(islâmiyyet)in emirlerine ve yasaklarına uydukdan sonra, 
bütün zemânları, Allahü teâlânın zikri ile geçirmelidir.
 Zikre büyüklerin bildirdiği gibi, 
devâm etmelidir.
(Zikr)e, ya’nî kalbin, Allahü teâlânın ismini
(Sıfât-ı zâtiyye)sini
hâtırlamasına, anmasına mâni’ olan herşeyi, kendine düşman bilmelidir. İslâmiyyete ne kadar çok yapışılırsa,
Onu anmanın lezzeti
artar.
İslâmiyyete uymakda, gevşeklik,
tenbellik artdıkca,
o
 lezzet de azalır
ve
kalmaz olur.
İslâm düşmanlarının yalanlarına,
iftirâlarına aldanıp da,
 onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat etmelidir.
İhlâs ile yapılmayan ibâdetin fâidesi olmaz, sevâbı olmaz.
(İhlâs), herşeyi yalnız Allah rızâsı için yapmakdır.
 İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle,
 yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hâsıl olur.
Kalbin yalnız Onu sevmesine
(Kalbin tasfiyesi),
(Kalbin itmînânı)
veyâ
(Fenâ fillâh)
denir. 
Kalbin itmînâna kavuş-
ması, ancak Onu çok hâtırlamakla, büyüklüğünü, ni’metlerini dü-
şünmekle olacağını, Ra’d sûresinin yirmisekizinci âyeti bildirmekdedir. İnsanda,
(akıl),
(kalb)
ve
(nefis)
denilen üç kuvvet vardır.
Aklın ve nefsin yeri dimâgdır.
 Kalbin yeri yürekdir. Akıl, mekteb dersleri, fen bilgileri, san’at hesâbları, mal sâhibi olmak,
âhireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür.
İsterse düşünür. İstemezse düşünmez. Aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması câizdir. Hattâ, çok sevâb olur. Bunların kalbe sirâyet etmeleri zararlıdır.
Nefis, dâimâ harâmları, zararlı şeyleri yapmağı düşünür.
Kalbin kendinde hiç düşünce yokdur.
Onu aklın ve nefsin ve
his uzvlarından dimâga ve dimâgdan kalbe ulaşan harâm şeylerin
düşünceleri gelerek, hasta yapar. Kalbi bu hataralardan kurtarmak
gücdür.
Bu düşünceler gelmezse Allahü teâlâyı hâtırlar, düşünür.
Ya’nî kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. Kalbin Allahü teâlâyı hâtırlaması, ismini çok söylemekle veyâ bir Velîyi severek görmekle olur.
Bir Velîyi bulamazsa, ismini işitdiği bir Velînin hayâtını okuyup
öğrenir,
onu çok sever.
Ona(Râbıta)yapar.
Ya’nî hep onu düşünür.
Bir Velîyi görmek, Allahü teâlâyı hâtırlamağa sebeb olacağı
hadîs-i şerîfde bildirilmişdir
ÇOK MÜHİM TENBÎH
Erkek olsun, kadın olsun,
her müslimânın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine,
ya’nî farzlara
 ve
 yasak etdiklerine
ya’nî harâmlara uyması lâzımdır.
Bir farzın yapılmasına, bir harâmdan sakınmağa ehemmiyyet vermiyenin îmânı gider, kâfir olur.
 Kâfir olarak ölen kimse,
kabirde azâb çeker.
 Âhıretde Cehenneme gider.
Cehennemde sonsuz yanar.
 Afv edilmesine, Cehennemden çıkmasına imkân
 ve
ihtimâl yokdur.
Kâfir olmak çok kolaydır.
Her sözde,
 her işde kâfir olmak ihtimâli çokdur.
Küfrden kurtulmak da
Çok kolaydır.
Küfrün sebebi bilinmese dahî, hergün bir kerre, (YâRabbî! Bilerek veyâ bilmeyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim
veyâ
bir iş yapdım ise, nâdim oldum, pişmân oldum. Beni afv et) diyerek
tevbe etse,
 Allahü teâlâya yalvarsa,
muhakkak
afv olur.
Cehenneme
gitmekden
kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak
 için,
hergün
muhakkak tevbe etmelidir.
Bir kere olsun:
(YâRabbî! Bilerek veyâ bilmeyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim

veyâ
bir iş yapdım ise, nâdim oldum, pişmân oldum. Beni afv et) diyerek
tevbe etse,
 Allahü teâlâya yalvarsa,
muhakkak
afv olur.

Bu tevbeden dahâ mühim bir vazîfe yokdur.
Kul hakkı bulunan günâhlara tevbe ederken, bu hakları ödemek
ve terk edilmiş nemâzlara tevbe ederken,
bunları kazâ etmek lâzımdır.
(Se’âdet-i Ebediyye)
276 dan 287 ortasına kadar okuyunuz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder